Kuyucaklı Yusuf


Sabahattin Ali’nin okuduğum ilk kitabı “Kürk Mantolu Madonna” idi. Romanı büyük bir zevkle, bitmesin diye az az okuduğumu anımsıyorum şimdi. Dilinden, kitabın konusundan, Raif Efendi ve Maria Puder’den o kadar tat almıştım ki tek kelime ile muazzam bir romandı. İkinci okuduğum romanı başlıkta da belirttiğim üzere, şu ara elimde olan “Kuyucaklı Yusuf”dur. 

Tanıtım Bülteninden;

“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.”

Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

10374186_10203164201098839_1597921745_n

Altını çizdiklerim/sevdiklerim;

* İki eliyle arkasındaki ağacın kabuklarına sarıldı. Parmakları soğuk yarıkların arasına girdi. Elini hemen geri çekti ve göğsüne götürdü. Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman yarabbi, ne kadar yalnızdı.

Güzel bir manzara önünde, üç akbabanın ardı ardına uçması gibi bir şey yaşamak…

* “Yalnız, gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde, yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişi bile mevcut olmadığına o kadar emniyeti vardı ki, acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan, sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı?”

” Her şey geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. ”

* “Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi; fakat yokluğu müthişti.

Hiç geçmeyen,hiç unutulmayan şeyler de var. Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…

Kitap ve sevgiyle kalın. . .